![Avrupalı Türk ailelerin sorunları](https://princess-fatmaafife.com/wp-content/uploads/2021/07/Avrupali-Turk-ailelerin-sorunlari.jpg)
Avrupalı Türk ailelerin sorunları
Mittwoch, 13. Mai 2015
AVRUPALI TÜRK AİLELERİN SORUNLARI –
Fatma Afife Gürsoy
SEDAT AÇIKBAŞ
Haberin Doğru Adresi
Avrupa’da Yaşayan Türklerin Haber Sitesi
Avrupa’da yaşayan Türk ailelerinin sorunları düzenlenen bir sempozyumla masaya yatırılarak çözüm yolları araştırıldı ve bazı çözümler önerildi. Sosyal Danışman ve esas mesleği inşaat mühendisliği olan Fatma Afife Gürsoy da sempozyumda bir konuşma yaptı. İşte Fatma Afife Gürsoy’un sempozyumda yaptığı konuşma:
“Avrupada yaşayan ailelerin sorunları ve çözüm yolları” adlı sempozyuma, beni konuşmacı olarak davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Türk ve müslüman ailelerini konu ettiğinizi tahmin ederek, aslında Almanya’da azınlıklar arasında, gözardı edilemeyecek kadar olan çoğunluğu temsil eden bir toplumdan söz ettiğimizin farkındayım.
Benim davet edilmemin sebebi ise “Antidiskriminierungskampagne”da fatoğrafımın Almanya genelide afiş olarak değişik yerlerde asılı olması ve kampanya karşıtlarının verdiği tepki.
Haklı olarak şöyle bir soru gelebilir aklınıza: “Afiş halindeki asılı resimlerin bu konuyla olan alakası ne??. RESMİ GÖRMEMİŞ OLANLAR İÇİN KISA BİR BİLGİ. Resimde tesettürlü bir hanım. Resmin en üstünde bakanlıgın yazısı altında “tektürlülüğün yerine çeşitlilik” yazıyor. Fotoğrafın altında da; aslen Türk, Müslüman, Başörtülü ve Kadın. Başka sorunuz var mı?” diye bir soru yer alıyor.Onun altında da: “herkes için eşitlik” yazıyor.
Resmin kendisi zaten Almanya’daki ana problemin asıl sebebi. Bu kampanyayı hazırlatanlar problemin nereden kaynaklandığını çok iyi biliyorlar. Kampanyadaki diğer resimlerdeki şahıslar da başka azınlıkları temsil ediyorlar. Bu azınlıklar yahudiler, eşcinseller, renkli ırklar, çocuklar, yaşlılar vs..
Bunların hiçbirisine tepki veya hakaret yok. Tek müslümana karşı tepkiler gelmiş Internet sitelerine ve Bakanlığa. Almanya’nın en büyük ve köklü sorunu meğer başörtüsüymüş. Doğru başörtüsü takmayan hanımın ilk etapta uyumla bir sorunu yok. Daha doğrusu uyum politikasını yürütenlerin onlarla sorunu yok.
Ayrıyeten Polonyalılar, Fransızlar, Ruslar da yabancı ve onların da çoğunda dil sorunu var, fakat kimse onlara uyum sağlamalısın demiyor. Demekki uyumu engelleyen unsurların en kuvvetlisi, İslamın simgesi olarak gördükleri başörtüsü. Ama burada başörtü takan mı problem oluyor yoksa başörtüsünü engel olarak gören zihniyet mi problemli!!!.
Aslında bir millete atfedilen bir problem yok ortada. Her ne kadar Türkler diye gösterilsede, asıl problem Türk milletinin dini kimliğiyle çıkıyor ortaya. Yani burada ne Türk olmak, ne de kadın olmak tek başına bir problem oluşturmuyor. Buna yanlızca başörtü eklenince sorun oluyor ve ‘uyum sağlayamamış damgası, o zaman işte vuruluyor kadına.
Internette tepki veren Alman’ın birisi şöyle yazmış yazısında “Resimdeki başörtülü kadın hangi eşit hakları bizden istiyor”, İslamda kadının hakkının olmadıgını yazıyor ve “gitsin ailesindeki erkeklerden yani babasından, kocasından ve erkek kardeşinden istesin o hakları.” diyor .
Evet bir yandan adama hak verdim diğer yandan adam sapla samanı karıştırmış diye düşündüm. İslamiyeti tanımadığı besbelli. Adamcagız İslamın kadına verdiği hakları bilse zaten böyle konuşmaz. Diger yandan da bizim toplumumuzun kanayan yarası olan töre düşüncesini bilmeyerek eleştiriyor dedim içimden.
Kadının haklarını ailedeki erkeklerin vermediğini söylüyor. Ama bu dinimizdeki birşey degilki!!! Töremizde olan bir şey. İslam bunun neresinde? Yani burada insanlar yaptıkları hareketleri dinimize mal ediyor.
Demekki biz bazı şeyleri dinimizin emriymiş gibi yansıtmışızki, karşıdaki insan da onu o şekilde algılamış. Ayrıyeten hak alınır, istenmez onu da yazan, Alman vatandaş bilmiyor herhalde. Ama bu Alman vatandaşın tepkisini çok görmüyorum. Müslümanım diyen çoğu Türk kardeşimiz de töreyle dini çoğu zaman ayırt edemiyor. Kadının İslam’daki değerini anlatmaya ihtiyaç varmı acaba? Hepimiz az da olsa çok da olsa kulaktan kulağa birilerinden duymuşuzdur muhakkak. Asıl diğer dinlerle karşılaştırdığımızda İslam’ın kadına verdiği değer ve haklarla, bir devrim yaptığı çıkıyor ortaya.
Kadın adı ile Allah sure dahi indirmiştir (EL NISA). Allah katında kadınla erkek arasındaki derece ancak takvadadır. Kim daha takvalıysa o daha yüksek derecelidir. Arapça dilbilgisi olanlar bilirler İslam’da en yüksek derece halifeliktir. Hiç bir zaman kadından halife olmamıştır ama halife kelimesi dişi bir kelimedir.
Orada dahi Allah kadını yüceltmiştir. Çoğu devletle ilgili dereceli rütbeler dişidir. Uygulayanlar ise erkeklerdir. Orada dahi eşitlik vardır. Arapçada ev hanımına “rabbetül beyt” denir. Yani evin efendisidir, her ne kadar erkekler zannedilse dahi. Bu da evde kimin sözünün geçtiğini gösterir. Yine Türkçe’de tanınmış bir hadisi şerif vardır “Cennet anaların ayagının altındadır”.. Yani Cennete giriş dahi kadının anne olmuşundan geçer.
Bunlar kadına verilen değere bir kaç misaldi. Tabii bunların hepsi dinle ilgili, tıpkı başörtüsü gibi. Dinim bana böyle değer vermişken ben tabiki benim dinimin simgesi olan ve kimliğimin bir parçası olan “başörüsünü” gururla dimdik taşırım. Hürriyet bu değil midir??? Benim başörüme nefretle bakan veya uyumu engelleyen unsur olarak gören insanın benimle değil, dinimle problemi vardır.
Kimliğimle problemi vardır. Ona bir çözüm yolu bulmak lazım, bana değil. O beni kabullenemiyor. Ama onlara çare düşünürken kendimizi de unutmamamız gerekir. Biz acaba müslüman kadın olarak İslamdaki haklarımızı ne kadar tanıyoruz? En mühim yeri “kadın ve anne” olarak evde işgal ederken, İslamdaki haklarımızı ve bize verilen değeri yeterince biliyormuyuz? Ama hergün değişik yerlerden, nasıl kadın olmamız gerektiğini duyuyoruz, fakat hiçbirgün şüphe duyup da nerede yazıyor bunlar diye düşünüp, sorgulayıp, araştırıyor muyuz? Yoksa bizden istenilenleri körü körünemi yapıyoruz?
Aynı hatayı başka yerlerdede yapıyoruz. Mesela çocuk yetiştiriyoruz zannedip aslında yanlız çocuk büyütüyoruz.
Eskiden arabalarla Türkiye’ye tatile gidilirdi. Gitmeden, haftalar öncesinden yolda ne lazım olur diye düşünülür ve ona göre hazırlık yapılırdı. Başta yeterli oturumum var mı diye pasaportlar kontroll edilir, oturma süresi yetersizse oturumlar uzatılırdı. Sonra vizeler haftalar öncesinden müracat edilip alınırdı. Herkes gidecegi ülkeyi ve şehirleri önceden bilir ona göre yol haritası alırdı yanına. Kimlerle yola çıkacağını, yolda birbirini kaybederlerse nerede buluşacaklarını. Yollarda ne yiyip içeceklerini, nerde durup dinleneceklerini belirlerlerdi. Vatanlarında önce kimle hasret gidereceklerini, kimlere hangi hediyeler götürüleceğini, kimlere ne laf sokuşturacaklarını kimlere hava atacaklarını ve ne zaman geri dönmelerinin gerektiğini ve ne zaman işbaşı yapacaklarını plan yaparlardı.
Ama ne yazıkki insanlar aile kuruyor ve çocuk sahibi oluyor ama hala hayatını neye göre yönlendireceğini bilemiyor önceden planlamıyor. Bir yol haritası dahi yok. Çocuğunu hangi değerelere göre yetiştireceğini önceden düşünmemiş. Arabası yolda bozulan ADAC’yi çağırmasının gerektiğini bilirken, bizim insanımız çocuğuyla problemi olduğunda veya ailesi dağılma durumuna geldiğinde nereden yardım alacağını bilemiyor ve bocalıyor. Bizim kendi toplumumuzunda temel sorunlarından birisi ve en mühimide bu olsa gerek. Bu olayın üzerinde biraz düşünüp, hemen tedbir almamız. Bunun sebebi de Bilgisizlik. Bilinçlenmemek. Böyle gelmiş böyle gider düşüncesi. Işte bizi dışardan tenkit edenler bu vurdum duymazlığımızdan faydalanıp bizi tam bu noktada kıskıvrak ve ansızın yakalıyorlar.
Ben başörtümü ALLAH için bilinçli bir şekilde takıyorum. Bu kimliğimle zaten hergün dışarı çıkıyorum. Benim, mensup olduğum dinimden, dilimden ve milletimden utanacak, gocunacak bir tarihim, bir ayıbım yok. Öyleyse beni neden hür irademle taktığım başörtümü kabüllenemiyorsunuz da beni bu başörtümden kurtarmaya çalışıyorsunuz???
Hatta ben başörtümü çıkarmış olsam dahi onlar bundan da memnun kalmayacaklarını ,adım gibi kesin biliyorum. Bu seferde dilim bir problem unsuru olacaktır. Nitekim Bulgarisatan’da da birzamanlar önce din sonra dil sonra sünnet olmak yasaklandı. Üstüne üstlük Türk ve Müslüman isimleri yasaklayıp Bulgar isimleri almaya insanları mecbur ettiler. Almanya’da da o kadar Türk çocukları Alman okullarını doldururken, Türkçe anadili dersleri kaldırılıyor ve şu anda ikinci sınıftan sonra İngilizce mecburi ders olarak veriliyor.
Hani Türk çocukları okula başlarken yetersiz bir Almancayla başlıyor ve bu yüzden okulda başarısız oluyordu. Hani veliler Almancayı iyi bilemedikleri için, çocuklarına, ev ödevlerinde yardımcı olamıyordu. Peki hangi akla hizmet ederek Almancası yetersiz olan bir çocuğu İngilizce’ye mecbur ediyorsunuz? Ayrıyeten Ingilizce’yi birde anlatım dili lmanca olarak anlatıyorsunuz. Eğer bu çocukları, devlet olarak düşünüyorsan, bunları ana dilinde geliştirki Almaca’yı da kendi dilini de düzgün öğrenmiş olsun zavallı çocuklar.
Evdeki anne baba, en azından, tanıdığı dilde yardımcı olsun çocuğunun ev ödevlerine. Ama o zaman ismini Förderschule olarak değiştirdikleri Sondeschule’leri kim dolduracak. Lafın özü başörtümüzü çıkarmakla çözülecek bir sorun değil bunlar. Biz onların aynısı olsak dahi ,birgün yine birşey bulup kalkacaklar başımıza.
Çözüm yolu ne derseniz?
Sen seni bil sen seni, sen seni bilmez isen, patlatırlar enseni. Kendimizi, dinimizi ve dilimizi çok güzel bir şekilde bilip bir o kadar da Almanca’yı güzel bilmemiz gerektiğini düşünüyorum ben. Bunları anlatmak için dil gerekir. Dil bilmezsek ahrazla aramızda olan fark yanlız ses çıkarmak olur. Onu da bebekler dahi çıkarabiliyor.
BM., 08.01.2010
F.A.G